30 Nisan 2017 Pazar

Olmazsa Olmazım Babadağ... Babadağ'da Rahvan ve Yayla Havası

Geçen Babadağ blog yazımın başlığını "Yine Yeniden Babadağ" olarak atınca, başlık şimdi ne olacak diye bir anlık panikle on beş dakika kadar düşündüm.
Rahvan mı olsun? Yayla havasına devam mı? Yoksa Babadağ Rahvan ve Yayla mı olmalıydı? Babadağ olmazsa olmazdı da Rahvan ve yayla havası da cabası oldu. Bu kelimeler bir araya geldiğinde ise başlık zaten kendisini tanımlamıştı;
"Olmazsa Olmazım Babadağ... Babadağ'da Rahvan ve Yayla Havası".

Babadağ belki havası, belki  insanları belki de dostlarımın çoğunun Babadağ' lı olmasından hep farklı, hep özel bir yer benim için.

Bu ziyaretim ise gelenekselleşmiş olduğunu yeni öğrendiğim "Rahvan" adı verilen farklı bir at yarışı organizasyonu içindi. Babadağ'da 23. sü düzenlenen "Rahvan" at yarışlarına Elodea, Cancan, Ysshn ve benim ilk katılımımız fakat Safaichkov için sanırım birçok defa şahit olduğu bir etkinlikti. Kısaca bu gezide de yine baş rollerde Elodea, ben, Cancan ve Safaichkov vardı ve Ysshn de bize katılmıştı.

Ziyaret planımız iki aşamadaydı. Önce Rahvan izlenecek sonra bir klasik olan Babadağ Pamukkale Pide den alınan sıcacık mis gibi pideler ile Terzi Nuri ziyaretimiz gerçekleşecekti.

Babadağ yolunda merkeze yaklaşıp araçları görmeye başladıkça içimde hafif bir heyecan başlamıştı. Çünkü hem ilk defa Rahvan yarışı izleyecek hem de Nikon D7000 im ile ilk defa hareketli çekimler yapacaktım... Organizasyon yerine vardığımızdaki kalabalığı gördüğümde açıkçası mutlu oldum. Yediden yetmişe, kadın, erkek oradaydı. Organizasyonu ben yeni öğrensem de yakın ve uzak illerden Rahvan At Yarışı için gelen araçları, araçlara bağlı atlar için römorkları da görünce  etkinliğin önemi ve popülerliğini de anlamıştım.

Etkinliğin Üst Kısmındaki Seyir ve Piknik Alanı
Hemen araçtan inip, makinemi açıp, yerimi ve pozisyonumu ayarlama isteği ile yol üzerinde Safaichkov un bizi indirmesini istememin çok isabetli bir karar olduğunu bir an için arkama baktığım zaman gördüğüm kalabalıktan anlamıştım. Öncelikle ilk birkaç dakika seyirci olup sunucunun anonslarını, çevremdekilerin yorumlarını dinleyip bir kaç kişiye de ne demek olduğunu sorduğumda artık yarışları anlamıştım. 
Üç bozuk yapan diskalifiye olacak, köpekleme yapılmayacak, açıktan kırbaç hele ki zincir ile at kamçılanmayacak... 
Birinci ve ikinci bozukta sunucunun(ya da yarış hakemi demeliyim) ikazını dikkate almayan ve üçüncü bozuk ile diskalifiye olan jokey in hemen kenara çekilmesini istemesiyle sinirler geriliyor, takip ve tacizi bırakmaz ise ceza alacağı bir kaç sert ve kızgın ifade ile jokeylere söyleniyordu.(Sanki sadece benim sinirlerim geriliyordu, çünkü genelde gülerek ve tebessüm ile hakemi dinleyip yorumlar yapılıyordu)

Hele hatayı yapan Babadağlı bir jokey ise vay onun haline çünkü ismi ile azarlanıyordu. İşte o zaman devreye giren şive ile ben de tebessüm ediyor fotoğraf çekimlerine ara veriyordum.

Start Verilecek... Bayrağımıza Yaklaşılma Anından Bir Kare
Startı verecek olan görevli Bayrağımızı havada sabit tutarken atlar yavaş yavaş geliyor ve bayrağı sallaması ile rahvan başlıyor. Yarışlar gruplar halinde üç tur halinde ardı ardına yapılıyor.


Start Verildikten Sonra Rahvan Koşu ile Yarışın Başlama Anından Bir Kare



Dıştan Gelerek Rakibi Geçme Atağından Bir Kare


Açıktan Kırbaç ile Diskalifiye Olan Bir Jokey


Atlar, jokeyler, seyirciler, çaycılar, köfteciler, çöp şiş tezgahları, muhteşem kokular, muhabbetler anılarımıza ve benim de bloga yazmak için aklıma işlenirken, objektifime yansıyanları da hafıza kartıma kaydetmiştim.

Hafif hafif, kış güneşinin etkisi gitmeye ve gölgeler soğumaya başlamıştı. Seyir tepesinde yarış öncesi tur atarken gözümüze kestirdiğimiz çaycıların olduğu alan bize lazım olan geçici ısınmayı sağlayacaktı. Odun ateşinde demlenmiş mis gibi tavşan kanı çaylarımızı afiyetle içerken insanların gözlerindeki sıcaklık, neşe ve samimiyet vaktin bize Terzi Nuri ziyaretinin yaklaştığını hatırlattı.




Pamukkale Pideden aldığımız pidelerle vakit kaybetmeden Nuri dedenin yanına vardığımızda yaylayı yavaş yavaş kapatmaya başladıklarını gördüm. Malum kışın yayla yolu kapalı, yayla havası çetin olduğu için, çiçekler ve ahşap masa ve sandalyeler teker teker daha korunaklı olan iç kısıma alınıyordu. Hemen işin ucundan tutup kalan bir kaç saksı ve tahta tabureyi de biz içeriye taşıdık ve sobanın üzerinde demlenecek çaya vakit olduğunu öğrenince de dar vakitte bu defa arabayla Başalan Yaylası ziyaretini yapmak istedik.

Daha yukarı çıkma isteği ile arabayı park edip biraz daha tırmanınca Babadağ'ı ayaklarımızın altında gördüğümde ise manzara görülmeye değerdi.

Geri dönüp pidelerimizi ve mis gibi demlenmiş çaylarımızı içtikten sonra hava kararana kadar muhabbet edip, her zaman olduğu gibi helalleştik, sarıldık el öptük ve dua ile uğurlandık.

Bu defa elmalar gökten üç tane değil de yayladan dolu dolu düşmüştü. Bir kısmı poşetlerle bagajımıza, birazı yolluk olsun diye bu hikayenin kahramanlarına, geri kalanları da bu blogu okuyanların gönlüne...

Kalın sağlıcakla...







22 Temmuz 2016 Cuma

Ben, Biz ve Aşk

Ortalama bir yılı aşkın süredir yazamamanın verdiği özlem ile tüm bir yılı yazacakmışım gibi geliyor. Ancak sakin davranarak kısa geçmişle tekrar satırlar arasında dolaşmanın vaktinin geldiği aşikar. 2014 ün Temmuzuydu. Ramazan ayı girdiğinde Spor sevdamı manevi huzur ve bereket için yavaşlatıp çok sevdiğim Spinning seanslarını bırakmış sadece akşam iftar öncesi yüzmeye gelip suyun verdiği sakinlik ve serinlik sonrası koşa koşa iftar sofrasının başına gidiyordum.(Tabi pide, tulumba ve hurma bu bir ay boyunca serbest :). Genellikle Kesici Ekmek Fırınından ya da Sıcacık Fırın dan alınan pide ve tulumbalar, beni bekleyenlerin de iştahını kabartıyordu)
Yüzmeye gittiğim günlerde Spinning grubu ile iftar yemeği planı yaptık ve organizasyonu Trainer Fatma Temelli üstlenmişti. Bu sürede gruba yeni katılanlar da vardı ve onlarda Fatma hoca tarafından yemeğe davet edilmişti. Top atıldı çanak çömlek patladı ve muhabbetler edildi, güldük eğlendik, yenilerle tanışıp keyifli bir akşam geçirmiştik. tabi aşağıdaki fotoğrafı da çektirip anı kütüphanesine yüklemiştik.


İşte karşısına oturduğum bu güzel kadın, kısa sürelikte olsa muhabbetimizin odak noktası oluvermişti. Mimardı, arkeoloji ile iç içeydi ve Laodikea Kazı Başkanlığında çalışıyordu... Okuyan bilir bir önceki blog yazısında Elodeaa ile Aphrodisias ı gezip kendisinden de bahsetmiştim. Artık bu kadar detay yeter.
Neden bu kadar detaydan bahsettiğime gelince, çünkü artık ben, biz olduk. Bu dünya güzeli kadın benim hayat arkadaşım, eşim, sırdaşım, sevgilim ve nefesim oldu. Blogdan bu uzak kalış biraz da biz olmanın telaşı, heyecanı ve mutluluğundandı.

04-08-2014 de başlayan bu güzel birliktelik, bizim için anlamlı olan 04-04-2016 da nikâhımız ile ve 22-04-2016 Cuma günü de düğünümüz ile taçlandı ve artık biz bir mutlu bir aileyiz…


                            



Ve bu güzel dostlar, bizlerin bu mutlu gününün şahitleri olarak yerlerini aldılar... 

Kına gecesi ve düğünümüz ise yine nikahımız kadar bol kahkahalı, bol heyecanlı, çok kalabalık ve keyif dolu idi.





                                   



Bugün blogda yazmaya başlama sebebim ise çok daha anlamlı ve güzel bir güne denk getirmek istememdi. Bugün az önce yukarıda da tarihini verdiğim üzere düğünümüzün tam üçüncü ayı. Bizim yuvamızdaki tam üçüncü ayımız. 

Güzel karıcığım, nice üç, on üç, otuz üç, aylara ve yıllara. Nefesim ve hayatım iyi ki o iftar yemeğine geldin... Seni çok seviyorum, ya da şöyle mi demeliyim çeni çok çeviyom.


Bu anlamlı, kıymetli ve özel fotoğraflar ise 2010 yılında, tesadüf eseri yollarımızın kesiştiği, güzel ailenin babası Josh Hinton tarafından çekilmiştir.

 
























Bomba gibi gezi ve notlarla kısa süre sonra devam edeceğiz. Ne de olsa evlendik, balayı gezileri ile yakında tekrar döneceğim. 


Haydi kalın sağlıcakla.












16 Mart 2015 Pazartesi

Aphrodisias / Geyre ... Geçmişini Bilmeyen, Geleceğe Yön Veremez.

Tarihi gezilere kaldığım yerden devam ederken, artık tarihi ve yapıtları farklı gözlerle görüp, yorumu nasıl yapacağımı ufak ufak öğreniyordum.Sebebi ise Elodeaaa idi.
30 Ağustos Zafer Bayramı yaklaşırken bir gezi planlayıp bu defa rotamızın Aphrodisias olmasına karar verdikten sonra, hava durumuna uyarak havanın fazla sıcak olmamasından yararlanıp gezimizi bir hafta öncesine çekmiştik.
(Aklınızda olsun açık alan ve tarihi kültür gezilerine mutlaka sabahtan başlayın ve öğle arası molası verip gezilecek alan büyük ise öğleden sonra gezinize devam edin.)

Biz de Elodeaaa ile yola çıkıp Tavas üzerinden Geyre' ye ulaştığımızda sıcak bastırmak üzereydi. Hemen eşyalarımızı, fotoğraf makinemizi, suyumuzu alıp güneş kremlerimizi sürdükten sonra arabamızdan ayrılıp, servis traktörüne binerek Aphrodisias Antik Kenti ve Müzesi gezimize başlıyorduk. Kente ilk girişten antik kenti gezip bitirdiğimiz toplam altı saati geçen sürede gördüğümve fotoğrafladığım tüm kareleri bana detaylarıyla anlatan ve bunları yaparken sıcağa rağmen gözlerinin içi gülen Elodeaaa benim ayrı bir şansımdı.

Girişteki Kral, soylu ve yakınlarının mezarlarını görüp hayrete düşmemek olanaksızdı. Eserler gerçekten o kadar güzel korunmuşlar ki bu yapıların M.Ö 3000 li yıllara ait olduğu beni çok şaşırtmıştı.






O kadar yüzyıllar saklanıp 1958 de tesadüf eseri yolu Geyre'ye düşen hatta kaybolarak bu bölgeye gelen Ara Güler' in uğraşları ve fotoğrafları ile gün yüzüne çıkan Aphrodisias Bir Heykel atölyesi ve okulu olarak bilinmekte.

Her bir köşede mermer heykel ve Karacasu'yun mis gibi inciri... Elodeaaa ile gezimizin ortalarında bir incir ağacı gölgesinde hem dinlenip, hem de incirlerin tadına baktık. Sonra da kaldığımız yerden fotoğraflamaya başlıyordum. 
Tabiki fonda Elodeaaa'nın anlatımı ile Tiyatro, Meclis Binası, Tapınak, Agora,  Hamamları ve finali Tetrapylon da yapıyor o güzel kavak  ve meşe ağaçlarının gölgesinde ve çimlerin üzerinde sıcaklığın artması ile molamızı yineliyorduk.


                            

Tetrapylon ayrı bir önemli çünkü yapı gerçekten görülmeye değer. Eserin korunması, inşa edilmesi ve bu süreci yöneten Prof. Dr. Kenan T. Erim...
Tetrapylon'un hemen doğusunda Aphrodisias mermer ocaklarının beyaz mermerlerinden yapılmış mütevazı bir mezar yer almaktadır. Burada Aphrodisias kenti için hayatının yarısını adayan ve Aphrodisias'ın ortaya çıkarılması ve tanınmasında büyük çaba harcayan Prof. Dr. Kenan T. Erim yatmaktadır.






Buradan daha çok fotoğraf paylaşmak isterdim ancak yerinde bu eserleri görmenizi, onlara dokunmanızı ve hissetmenizi isterim. Tadı damağınızda kalsın ve Aphrodisias'ı görmek için yolunuzu Geyre / Karacasu Aydın'a çevirmenizi dilerim.

Hayatımın en güzel gezilerinden birini yapmanın verdiği keyif ile birazda yorgunluğun bastırması ile müze gezimizi de tamamlayarak, saatin kapanış vaktinin geldiğini ifade eden güvenlik ile Aphrodisias'a veda edip aracımıza binip tekrar dönüş yoluna geçiyorduk. 
Tabiki bu defa da akşam yemeğimiz için Elmallı Pide de molamızı verip sonrasında Denizli ye doğru yola çıkıyorduk. Bir sonraki istikametimiz neresi olacak bilmiyordum ancak Elodeaaa ile bu anları yaşamak ve yaşayacağımı bilmek bana ayrı bir heyecan ve mutluluk veriyordu... Teşekkürler Ara Güler ve Prof. Dr. Ara Güler, teşekkürler Elodeaaa, teşekkürler Geyre...

15 Mart 2015 Pazar

Akyaka İle Tanışma... Geç olan her şey daha güzeldir.


8 Eylül öncesi planlanan yıllık izin ve sürpriz gezi haberi ilgililere iletildikten sonra, aracımıza atlayıp elodeaaa ile Marmaris'e doğru yola çıktık. Güzergahımız ise Tavas üzerinden Kale, Muğla ve sonrasında Marmaris-Armutalan... Yol üzeri lezzet durağımız ise Tavas ta hemen yol üzeri Aphrodisias yol ayrımından öce Elmallı Pide...Sabah saatleri olduğu için biz otlu peynirli pidelerimizi yayık ayran eşliğinde yedikten ve çaylarımızı içtikten sonra yolumuza devam ediyoruz.
"Eğer Aphrodisias ı hala gezmediyseniz daha erken yola çıkıp vaktiniz var ise, tavas ayrımından 45 dk sürecek bir yol ile bu antik kenti mutlaka görmelisiniz. Tabi ki yanınızda bir rehberiniz olmalı ya da iyi bir araştırmacı olarak öncesinde ne ile karşılaşacağınıza bu linkten de bakarak gidebilirsiniz. Benim rehberim ise tabi ki Elodeaaa. Bir mimar ama aynı zamanda antik kentler üzerinde uzmanlaşması ve bu konuda çalışıyor olması ise benim en büyük şansım..."


Kale - Muğla yolunun güzel ancak virajlı dağ yolunu geçtikten sonra Muğla'ya varmamız ve Armutalan'a ulaşmamız yaklaşık iki saat sürüyor ve bizi harika bir karşılama ile keyifli olacağını anladığımız bir tatile başlıyoruz. Kaldığımız otel ise Marmaris Kervansaray Otel.


Konumu Güler yüzlü Ekibi ile bence kullanıcılarından beş yıldızı hak eden bir otel. Tabi ne aradığınıza ve beklentilerinize bağlı olarak bunu ifade ediyorum. Marmaris tatilimizi iki gece üç gün ile tamamlayıp, Marmaris Marina, şehir turu ve olmazsa olmazı Arena Club eğlencemiz ile sonlandırıyoruz. Tamamen spontane olarak gelişen "haydi Akyaka' ya geçelim!" fikri ile Marmaris ten ayrılıp kendimizi tekrar yola atıp kısa bir yolculuk sonrası eşsiz çam ağaçlarının arasında çok şirin bir köy karşılıyor. Benim Akyaka ya ilk gelişim. Hemen arabamızı park edip bir şezlonga havlularımızı atıyor ve denizin ve doğanın tadını çıkarmaya başlıyoruz. amacımız ise akşamüstü Akyaka dan ayrılıp Denizli' ye dönmek...
Hava harika deniz az dalgalı ancak keyfimiz ise anlatılamaz güzellikte...


Muhabbet, soğuk sıvı tüketimi, az uyku ile hemen kalkıp bir apart bakıyorum ve aracımızı park ettiğimiz yerde güzel bir apart ve bir o kadar güzel Muğla şivesine sahip Fatma Teyze ile karşılaşıyorum. Aramızda yaklaşık iki dakika süren bir diyalog sonrası (-Ben: Teyzecim bir gece konaklamak için bize kiralayacağın odan var mı? -Fatma Teyze: Var oğlum, gezmek ister misin? Hemen bu alt kat ama yarın misafirlerim gelecek bir gece yeter mi size? -Ben : Yeter teyzeciğim biz 3-4 saate geliriz... -F.T: anlaştık...) bir gece konaklayacağımız apartın müjdesi ile Elodeaaa nın yanına gidip hemen müjdeyi veriyorum.
Elodeaaa ya bir sürpriz daha yapmak hem onu hem beni mutlu ediyor ve biz denizin ve havanın keyfini akşam saatlerine kadar plajda kalıp doyasıya çıkarıyoruz.
Akyaka aynı zamanda rüzgar sörfçülerinin de uğrak yeri ve harika bir manzara ile tüm Akyaka tatilcilerine harika bir görsel ziyafet yaşatıyorlar.


Akyaka gerçekten gecesi ve gündüzü ile sessiz doğallığıyla beni şaşırtan bir tatil köyü...  Akyaka gece iskeleden başka bir güzel huzur aranıyorsa sessizlik ve dinlence için kesinlikle tavsiye ediyorum.
Yemek için ise, tabiki nokta atışını yapıyoruz. Tripadvisor dan ilk baktığımda ismi beni kendine çeken ve yorumlarını da okuduğumuz BigBlue Restoran ve Hotel i seçiyoruz. Harika bir deniz mahsulü menü seçimimiz ile yemeklerimizi yiyip harika jazz müzikler eşliğinde havanın serinliğini içimize kadar hissederek uyku vaktimizin geldiğini anlıyoruz.  




Keyifli Geçen bir gecenin sonunda artık apartımıza dönüp yorgunluğumuzu atmak için hemen uykuya dalıyoruz ki yarına enerji dolu olmamız ve Azmak Çayı ya da koy gezisine çıkalım...






























21 Nisan 2014 Pazartesi

Yine, yeniden Babadağ !

Yayla Gölü' nde yayla havasıyla serinledikten sonra sıra Terzi Nuri'yi ziyaret ve Babadağ da heyelana maruz kalan mahallede fotoğraf çekme zamanı gelmişti. Buldan çarşısında yapılan küçük alışverişlerle taçlanan gezimize küçük bir mola verdikten sonra, rotamızı bol virajlı yeşillenmiş Babadağ'a çevirdik. 
"Terzi Nuri'nin muhabbetini özlediğim gerçeğini saymazsak, köyü, ilçesi olmayan biri olarak artık Babadağlı olmak istiyor olmam, yörenin, insanlarının güzelliğinin sebebiydi."
 Biz safaichkov ile pide siparişlerimizi çarşı meydanındaki pidecimize söyledikten sonra (pideci bile artık benim pidecim o derece Babadağlı hissdiyorum kendimi) Cancan' ı heyelanın yaşandığı ve boşaltılan bölgeye götürdük. Gündoğdu Mahallesini görmek durum için üzüntü verici ancak, bu anları fotoğraflayarak ölümsüz kılmakta bir o kadar keyif verici idi.

Mahalleyi Fotoğraflarken insanın aklından türlü türlü sorular, düşünceler geçmiyor değil. Örneğin;Buralarda oturan Babadağlılara yapılan yeni yerleşim alanlarını ben gördüm ve duruma çok üzüldüm. Çünkü başka bir mahalleye ya da Babadağ' ın başka bir bölgesine değil. Denizli de Karahasanlı olarak  adlandırılan ve Merkezefendi Semtine bağlı bir mahalleye TOKİ evleri yapılıp o insanların taş duvarlar arasında site tarzı yaşam alanlarına geçişleri yapılarak bir çözüm bulunmuş.

Merak eden dostlar için Babadağ merkeze geldiğinizde esnafa Gündoğdu Mahallesini sormanız yeterli olacaktır.
Mevsim Ağustos ve meyvelerden karpuzdu, incirdi... Yine topladık, yine yedik, yine muhabbet ettik. Salıncakta ritmiktik ve senkronize olmuştuk...
 Yorulmuştuk ve kurt gibi açtık artık sofra muhabbetine başlayacaktık. Tabi aradan iki koca ay geçmiş ve mis gibi yayla suyuyla demlenen çayın tadını özlemiştim. Bir de yanında o mis gibi kokan tadı damağımızda kalan pideleri de afiyetle akşam sohbeti öncesi tüketmiştik.

Soframıza misafir olan Eşek Arılarını saymazsak ki Terzi Nuri' nin arıları bertaraf ediş yöntemine hayran kaldık, keyifli ve bol muhabbetli bir  ziyaretti. Akşam oldu kandilleri yaktık, yayla havasını hissetmeye başlayınca minareden yükselen ezan sesiyle artık Terzi Nuri nin elini öpüp, helallik isteyip yola koyulma vakti gelmişti. Sarıldık, sözleştik, sırtımızı sıvazladı...

Sebebini bilmediğim bir durum ancak Babadağda ben  çok mutlu oluyorum, keyif alıyorum. Ömrüm yeter ve o günleri görecek olursam eğer, Babadağda bir yayla kenarında her türlü gürültüden uzak, sevdiklerimle, dostlarımla muhabbetleri kaynatacağımız sağlıklı, huzurlu bir sonbahar diliyorum...




14 Nisan 2014 Pazartesi

Yayla Gölü...

30 Ağustos Zafer Bayramı için Ulu Önder Mustafa Kemal ATATÜRK’ e şükranlarımızı ve minnettarlığımızı sunduğumuz bu güzel, güneşli ve masmavi havada Cancan ve Safaichkov ile yollara düşüyorduk.

Planımıza göre öncelikle Buldan Yenicekent te kazılarına başlanan bir antik kenti ziyaretle başlıyoruz. Hierapolis ve Leodikea dan daha büyük olduğu ve kazılarının 200 yıl sürebileceği söylenen Tripolis Antik Kenti, geçmişle ilgili bilgiyi yapılan kazılarla ağır ağır bizlerle paylaşmaya başladı. Meraklısı için http://tripoliskazisi.com den girip bakabilirsiniz.
Kazı alanına vardığımızda ilk önce sıcak hava altında içi kıpkırmızı olmuş incirler ve incir ağaçları bizleri karşılıyordu. Biraz nefsimizi besledikten sonra Tripolisin Agora kapısından içeriye girer girmez kendimi taş kemerlerin arasında buldum. Bir anda boyut değiştirmiş gibi Zeyna, Herkül dizilerinin yemek yenen, alışveriş yapılan alanlarında geziyor gibi hissediyordum.

Şu ana kadar Agora’nın kemerlerinin üç tanesi ortaya çıkarılmış. Biz fotoğraflarını çekmek için makinelerimizi hazırlarken kazı ekibinin içinden bir arkadaşımız, kazı yapılan alanlarda değil ancak diğer açılardan fotoğraf çekebileceğimizi güzel ve kibar bir dille ifade ettikten sonra, size Tripolis’i anlatmamı ister misiniz? Demez mi?
Bize agorayı, hamamları, yerleşim yerlerini, tiyatro bölgesini anlatan arkadaşımızın Arkeolog olduğunu ve aynı bölümde Doktora öğrencisi olduğunu öğreniyorduk. Bize bilgileri verdikten sonra yanımızdan kazı alanına geçiyordu, biz de kaldığımız yerden fotoğraflar çekmeye devam ediyorduk. Havanın sıcak olması sıkıntılı bir durum olsa da, biz çekimleri yapıp, kazı ekibiyle vedalaşıp rotamızı Buldan merkeze çeviriyorduk.
Buldan da amacımız Buldan bezleri, el işleri, eski Buldan evleri… 
Evler yenilenmiş eski evleri bulmak zor…
Çarşı güzel sıra-sıra dükkanlar, vitrinler süslü, dükkanlar serin… Birkaç Buldan evi bulup önlerinde fotoğraflar çekip ufak hediyelikler alıp yürüyüş yaparken bir yol levhası görüp bakakalıyoruz. Yayla Gölü… Tamam, biz Buldanlı değildik ancak hiç mi tanıdık yoktu Buldanlı, ya da hiç mi tanıtılmayacak bu yerler Denizlinin yerel kanalları tarafından…
Hemen etrafa bakınırken bir amcaya soruyorum, yayla gölü ne kadarlık bir mesafede?  Yolu nasıl? Gidelim mi? Amcam özetliyor… Eğer Yayla gölüne gitmezseniz, yayla gölünü görmezseniz Buldan'a geldik demeyin gençler. Gidin görün sonra bana hak vereceksiniz. Hemen ekip toplanıyor ve yayla gölüne tırmanışa geçiyoruz yaklaşık on beş dakika çam ağaçlarının arasından yol aldıktan sonra yeşil, mavi, çiçeklerin içinde yayla gölü selamlıyor bizi. Biliyor ki Tripolis’te yanmışız, yaylanın Ağustos ayında serin mi serin havasını estiriyor üzerimize.

Kazlar geliyor konuklarını selamlıyor. Ama biz az tedirginiz, şehir çocuğu kazın kaşı gözü ne der bilmez, yengeç misali uzaklaşıyoruz bir gözümüz de onlarda.

Öğreniyoruz ki yayla gölünün mevsimi Mayıs-Temmuz arasıymış, daha yeşil. Ve geceleriymiş, daha serin.
İki restoran var hazırlıksız gelenler için, ızgara, içecek ve günün çorbası ikramını yapıyorlar.Bizim yolumuz uzun ama ben çok keyif aldım gitmek istemiyorum, serin arkadaş 25 derece… Şehirden 35,5 derece sıcaklık vardı ayrıldığımızda. Yayla gölü aklımın bir ucunda ve gönlümde yer yaparken biz dönüşe geçiyoruz, uğurlar olsun bize, istikamet Babadağ…

30 Mart 2014 Pazar

Olympos Final...

Dolu dolu geçen iki günün ardından, kalan günün de dolu dolu geçmesi için planlamalar yapıldıktan sonra,
mis gibi çam ve limon ağaçlarının arasında taze olympos deepgreen kümes yumurtası eşliğinde kahvaltımızı yapıp, listenin ilk sırasındaki OLYMPOS Antik Kenti gezimize başladık.

Antik kentte yapılar, kemerler yıpranmasına rağmen(sanırım kültür bakanlığının har zamanki geç farkındalığı ve yine her zamanki gibi bizlerin haddinden fazla ilgisizliği, vurdumduymazlığı ve umursamazlığı) destek kolonlarıyla güçlendirilmiş ve biz ziyaretçilerine o tarihler hakkında bilgi vermek istercesine ayakta durmaya devam ediyorlardı.

M.Ö 80 yılında Zenniketes isimli korsan tarafından ele geçirilmiş kent, 78 yılında Romalılar tarafından alınmıştır... Devamı merak eden varsa Olympos'a bir zahmet.

Gezi sonrası hafif yağmur eşliğinde olympos sahilinde deniz faslından sonra tekrar deepgreen'in yolunu tutuyorduk. Tabi benim tercihim olan sahil Adrasan'ın yolunu tutmamız uzun sürmedi ve hemen  kumsalın, denizin ve güneşin tadını çıkarmaya başladık. 

Çarşaf gibi deniz, tertemiz ve sakin kumsalda biraz muhabbetten sonra deniz dibindeki deniz minareleri eşliğinde yaklaşık 1,5 saat deniz keyfinden sonra tekrar Torosların kenarından çamların arasından deepgreen e geri dönüp akşam yemeği hazırlıklarımıza başlıyorduk.

Final gecemiz olmasından dolayı amacımız bol muhabbet, ateş başı aktiviteleri ve tabiki ÖKÜZ'e eğlenmeye...

Schizophrenia'nın Yücel ile bar önü muhabbetinin artması ile biz de karışık ve birbirinden farklı tadları denemeye başladık. Ruslarla muhabbet ve yerel tadlarını kör olmadan tadıp içimizi ısıttıktan sonra ÖküzBAR'a geçtik.

Keyifle ve hayretle(hayrete düşmemin sebebi birlikte vakit geçirdiğimiz arkadaşımın tahmin edemeyeceğim bar performansı) geçen üç saatlik ''Bullbar'' muhabbetinden sonra Olympostaki deepgreen'in yolunu tutuyorduk.

Schizophrenia yı da bıraktığımız sandalyedeki muhabbetinden alarak bungalovlara geçiyorduk. Sabah kahvaltısından sonra yeni arkadaşlarla vedalaşıp, Denizli'ye, dönüş yoluna geçiyorduk...

Yayında ve yapımda emeği geçen herkese sonsuz teşekkürler...